En İyi Felsefe Kitapları

Wittgenstein, ünlü eseri Tractatus-Logico Philosophicus’ta “Felsefe düşüncenin düzenlenmesidir” der ve bu konuda epey haklıdır. Nitekim felsefe, gelişigüzel ve duyumsal bir düşünce etkinliği değildir ve doğası gereği sorgulayıcıdır. Bu yazıda en anlaşılır, kapsayıcı, bilgi bakımından doyurucu, özetle en iyi felsefe kitaplarını senin için listeledik. İşte dünyayı anlama ve kendini tanımana vesile ve yardımcı olacak birbirinden derin felsefe kitapları.

Eski Yunan Felsefesinde Aşk – Hasan Aydın

Seslendiren: Umut Tabak

Yunan filozofları altı tür aşkı birbirinden ayırmışlardır. Bunlar, en iyi arkadaşlar arasındaki aşk (the love between best friends), fedakâr aşk (unselfish love), sahiplenmeci aşk (possessive love), pratik aşk (practical love), oyuncu aşk (playful love) ve eros olarak adlandırılan romantik aşktır (romantic love). Günümüz bilim İnsanları, yaptıkları geniş çaplı araştırmalarda, bu aşk türlerinin var olduğuna dair kanıtlar bulmuşlardır.

Çeşitli felsefeler ve antik toplumlar aşk gerçeğine nasıl bakıyordu? Yunan dünyası başta olmak üzere antik dünyada kadına yönelik bakış açısı nasıldı? Devletlerin bu yöndeki politikaları neydi ve aile yapıları nasıl şekilleniyordu? 

Eski Yunan Felsefesinde Aşk, tüm bu sorulara tamamen bilimsel ve tarihsel gerçeklere dayanan yanıtlar veriyor. Bir yandan aşk ve cinselliği irdeliyor, öte yandan birçok tarihi olaya ve mitolojik anlatıma başvuruyor. Eros, Afrodit, Agape, Ganymedes, Pandora, Philia, Storge mitolojik arketipleri referans göstererek, aşkın üreme ve haz gibi psiko-fizyolojik yanının yanı sıra hakikat ve ölümsüzlük gibi mistik yönünü de ele alıyor. 

Aşkın kategorilerinden, tarih boyunca ve özellikle antik dönemlerdeki algılanışından söz eden bu eser, Lucreitus ve Hesiodos gibi ünlü yazar ve şairlerin anlatımlarına başvurmayı da ihmal etmiyor. Yunan ve Latin dünyasının satirik yazarlarının aşk hakkında söylediklerini de okura aktarıyor. Sonuç olarak Eski Yunan Felsefesinde Aşk, antik dünyada ve aşk temalı mitolojilerin döndüğü merkez olan Yunanistan’da bu duygunun nasıl algılandığını çok iyi açıklıyor.

Gülme: Komiğin Anlamı Üzerine Bir Deneme – Henri Bergson

Seslendiren: Ebru Demirdöven

Pek çok hareket, kendisine eşlik eden duygusal ahenkten koparıldığında bir anda ciddi olmaktan çıkıp gülünç hale gelmez mi? Dolayısıyla gülünç, etkisini tam olarak göstermek için kalbin bir anlığına da olsa hissizleşmesini gerektirir. Gülünç saf akla hitap eder.

Henri Bergson, değişim ve dinamizm üzerine inşa ettiği dikkat çekici felsefesiyle bilinir. Entüisyonizm düşüncesine yakınsayan bu felsefe, ‘élan vital’ yani ‘yaratıcı yaşam atılımı’ kavramı etrafında şekillenmiştir. Onun felsefesi; Comte’un pozitivizmine, salt bilimciliğe, Kant ve Hegel’in akılcı felsefesine yönelik bir yanıttır. Bilginin, duyular dünyasını aşan yönünün sivrileştirilmesidir. Aynı zamanda metafiziğin ve yaşamı ötelememiş felsefi düşüncenin deklarasyonudur.

Bergson, gülme konusunu ele almış nadir filozoflardan biridir. Kaldı ki literatürde gülme kavramı hakkında geniş kapsamlı ilk felsefi incelemenin Bergson’a ait olduğu görülebilir. Ona göre gülme eylemi insana has bir donanımdır. Bu eylemin doğması için kalbin bir anlığına hissizleşmesi gerekir. Böylece Bergson kendisince; motor davranışlara, düşmelere, güçsüz durumda kalan insanlara yönelik gülme eylemini açıklamış olur. Bu yaklaşım, yüzyıllar önce Platon’un ‘aciz duruma düşen kişinin komedinin ana karakteri olabileceği’ görüşünü doğrular niteliktedir.

Herakleitos ve Sokrates – Turgut Özgüney

Seslendiren: Arda Kavaklıoğlu

Bir insanın karakteri, o insanın yazgısıdır.

Bugün Türkiye’de Selçuk ismiyle bilinen yerde yaşamış olan Herakleitos hakkındaki ilk elden bilgi yok denecek kadar azdır. Herakleitos, ona atfedilen kuple metinlerden ve onun konu edildiği Agora tartışmalarından bilinir. Herakleitos; zıtlıklardan, her şeyi dengeleyen karmik ateş sembolizminden, evrensel ilkeden (nous) ve mutlak değişimden söz ederek ortaya özgün bir felsefe koymuştur. Nietzsche’yi şiddetli bir biçimde etkileyen Herakleitos’un bizzat Sokrates tarafından okunduğuna dair de söylentiler dolaşmaktadır. Rivayet olunur ki Sokrates, Herakleitos’u okuduğunda şöyle demiştir: “Evet anladım, hiçbir şey anlamadığımı anladım.”

Ancak Sokrates herkesin bildiği bir kişilik ve belki de Batı felsefesinin en popüler ve öncü figürü. Bu kitapta yazar, Herakleitos ve Sokrates’in ortak yönlerinden söz açıyor. Herakleitos’un ‘yazgım’, Sokrates’in ise ‘yanımdan ayrılmayan Daimon’ olarak tanımladığı ilahi güçlerden bahsediyor. İki filozofun da öznelliğe önem vermesini, mistik yanlarının ağır basmasını ve evrensel bakımdan düzenleyici ve dönüştürücü bir aklı kavradıklarını ifade ediyor. Herakleitos ve Sokrates, dünya felsefe tarihini kökünden değiştirip dönüştüren iki filozofu ve ikisinin ortak yönlerini araştıran nitelikli bir çalışma.

Nostalji: İnsan Ne Zaman Evindedir? – Barbara Cassin

Seslendiren: Deniz Yüce Başarır

Daha sonra evlerine geri dönenler beklentilerinde hayal kırıklığına uğrarlar ve böylece iyileşirler. Belki her şeyin değiştiğini düşünürler ama asıl neden, gençliklerini buraya geri getirmemeleridir.

Nostalji nedir? İsviçre Almancasından gelen bu kelimenin ‘sıla hasreti’ anlamına geldiği söylenebilir. Hatta hicran ile hicret kelimesinin ilişkisini belirtmek, geri dönemeyişin ve gurbetin verdiği acı bir şey olduğunu da dillendirmek gerekir… Peki kavramsal olarak nostalji nedir? Bunun en haklı tanımlarından birini Harvard’da Slav Dili Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat üzerine çalışmalarını sürdüren Svetlana Boym verir. Ona göre nostalji: “Bir kaybolmuşluk ve yerinden edilmişlik hissi, fakat aynı zamanda kişinin kendi fantezisiyle kurduğu aşk ilişkisidir.”

Filozof ve dilbilimci Barbara Cassin de bu sorunun peşine düşüyor ve merak edilen suale holistik bir yanıt arıyor. Sorunun cevabını; vatan, anne, mitik anlatı, misafirperverlik, sürgün, anadil ve köken/köksüzlük şablonlarında dolaşarak bulmaya çalışıyor. 

Eser boyunca, kaybolmuşluk ve aidiyet duygusunun zıtlaştığı ve birbirine karıştığı yerlerden söz açıyor. Bütün bu süreçte Aeneas ve Odysseus mitlerine başvurmayı ihmal etmiyor. Yalnızca mitolojinin kahramanlarını örnek göstererek değil, Arendt ve Bachelard gibi düşünürlerin kapısını çalarak düşünüşünü zenginleştiriyor.

Böyle Söyledi Zerdüşt – Friedrich Nietzsche

Seslendiren: Derya Alabora 

İnsan bir iptir, hayvan ile Üstinsan arasında gerilmiş – bir ip ki uzanır bir uçurumun üzerinde.

Friedrich Nietzsche, tarihin en çarpıcı birkaç filozofundan biri. Kaleme aldığı metinleri ‘bilmece’, onları okuyanları da ‘bilmeceleri çözen kişi’ olarak tanımlayan Nietzsche, aynı zamanda üstünde hâlen tartışılan birçok kitabın da sahibidir. 

‘Yazdığım en derin eser’ diye tanımladığı Böyle Söyledi Zerdüşt’te Nietzsche, felsefesini genel hatlarıyla ve edebi bir biçimde tanıtır. Kitap boyunca kinaye, alegori, kişileştirme ve kafiye gibi farklı edebi araçları kullanır. Benzersiz bir kişilik olarak gördüğü Zerdüşt üzerinden üst-insan (ubermensch) mefhumunu masaya yatırır, köle ahlakını ve toplumsalın geri kalmışlığını eleştirir. Şiirsel bir üslup kullanarak belli belirsiz inançlarla mabetlere gidenlere verip veriştirir. Kıt ve yanardöner insan zihninden türeyen bilgiye mutlak ve sonsuz güvenin sorunundan söz eder. Bengi-dönüş, perspektivizm, güç istenci, köle ahlakı gibi Nietzsche felsefesinin kritik hatları bu kitapta özetlenir.

Kitap boyunca Zerdüşt’ün bilgelik yolunda günbegün aydınlanmalar yaşamasını okuruz. Nietzsche, Zerdüşt’ü kasaba halkıyla konuşup tartıştırarak kendi felsefesini ilerletir. Bireyciliğin ve değerleri yıkarak yeniden kurmanın önemini tartışan Zerdüşt, günün sonunda Stoacılığı andıran bir görüşe dek uzanır. 

Sahip Olmak ya da Olmak – Erich Fromm

Seslendiren: Gökhan Erciş

Ama dünyamız bir engellemeler dünyasıdır. Küçük bebekten çocuğa, gençten orta yaşlılara dek hemen herkesin bilgiye ve gerçeğe ulaşmak, bazı şeylere yakınlık duymak yolundaki istekleri ve bunu dile getirmeleri kısıtlanmaktadır. Yetişkin insanlar, kendi içlerinden gelen gerçek isteklerini ve kendi arzularını terk etmeye zorlanıp, toplumda kabul gören düşünce ve duygulara uygun davranış kalıplarına sokulmak istenirler.

Erich Fromm; sevgi, masal, rüya, cinsellik, sapkınlık üzerine elle tutulur kuramlar geliştirmiş bir psikanalist ve düşünür. Fromm sadece basitçe psikoloji konularıyla değil; Marksizm, yıkıcılık, Nazizm tehlikesi, şiddet, sevgi gibi sosyal ve siyasal gerçeklerle de yakından ilgilenmiştir. Homo sapiens sapiens varlığını, moderniteyi ve çağdaş sorunları anlama hususunda yepyeni bir soluk getirmiştir.

Fromm’un bu çalışması ‘sahip olmak’ ve ‘olmak’ edimlerinin farklılığını gözler önüne sermeyi görev edinmiştir. Sahip olmak, maddi bağları artırmak anlamına gelir. Para pul, tanınırlık, mal mülk, herhangi bir şeyin sahibi olma hâli hep böyledir. Oysa olmak; canlılığı kucaklamak, tevazu içinde kalmak, dünyayı ve öz-benliğini bütünüyle sevmekten geçer. Sahip olmak Fromm’un pek yerinde tespitine bakılırsa öyle bir raddeye varılır ki, artık objeleri de aşar. Sahip olmacı bir düstura alışmış kişi bir zamandan sonra “benim doktorum”, “benim işçim”, “benim hastalığım” ifadelerini kullanmaya başlar.  Artık o her şeyi kendi mülkiyeti ekseninde düşünmeye eğilimlidir. Fromm, eserde, bu arketipal analizin ardından bu kişilik kalıbını eleştirmeye ve yol açabileceği sonuçları göstermeye çalışır.

Sakin Olmak: Yaşlanırken Kazandıklarımız – Wilhelm Schmid

Seslendiren: Murat Eken

Sükunete ermek ancak yaşlanma sürecinde mümkündür belki de: Yaşamımızdaki her şey bir hayat memat meselesi değilse artık, hormonlar biraz yatıştıysa, tecrübe hazinemiz arttıysa, görüşümüz genişlemiş, insanlara ve şeylere dair kestirimlerimiz daha isabetli hale geldiyse, sakin olmak daha kolay gelebilir.

Albert Camus, “unutmak için hızlanırız” der ve ekler: “hatırlamak içinse yavaşlarız.” Kuşkusuz teknik ve modern dünyada yavaşlamak, şöyle bir durup düşünmek ve sakince kalabilmeyi başarmak çok zordur. Sakin Olmak: Yaşlanırken Kazandıklarımız, sakin kalabilmenin yaşlılıkla olan ilişkisini araştırmak kalmıyor, sükunetin niteliğine de odaklanıyor. Stoacıların “Ataraxia” olarak tanımladıkları dinginliğin nasıl bir duygudurum ve davranış biçimi olduğunu enine boyuna sorguluyor.

Dostoyevski ve Nietzsche – Lev Şestov

Seslendiren: Tolga Korkut

Son zamanlarda Dostoyevski’den başka bir de Nietzsche’yi anabiliriz. Nietzsche’nin de hikâyesi aynıydı. Gençlik dönemi idealleri ve öğretmenleriyle yaşadığı ayrılık az şiddetli ve fırtınalı geçmedi, ayrıca çok ıstıraplı oldu. Dostoyevski inançlarının yeniden doğuşundan söz eder; Nietzsche’de söz konusu olansa tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesidir. Aslında bu ikisi aynı sürece işaret eden iki farklı ifadedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, Nietzsche’nin Dostoyevski’ye derin duygular beslemesi günümüzde pekâlâ tuhaf görünmeyebilir. Birebir onun sözleriyle: “Dostoyevski, kendisinden bir şeyler öğrenebildiğim tek psikologdur. Onunla tanışmayı hayatımın en harika başarıları arasında sayıyorum.”

Rus edebiyatı dendiğinde, hatta sadece edebiyat dendiğinde bile akla ilk gelen isimlerdendir Dostoyevski. Onun kurguladığı ve her biri alabildiğine mutsuz, kökensiz, sorunlu ama kendine özgü karakterleri meşhurdur. Suç ve Ceza’daki Rodion Raskolnikov, Budala’daki Nastasya Filippovna ve Karamazov Kardeşler’deki Fyodor Karamazov; Dostoyevski’nin karakterleri arasında öne çıkar. Azap -özellikle vicdan azabı- yoksulluk, ölüm, nihilizm, suç, ahlak gibi hassas konular Dostoyevski külliyatının ana temalarıdır.

Dostoyevski’nin edebiyat tarihinde gösterdiği etkinin bir benzerini de Nietzsche felsefe tarihinde göstermiştir. İkilinin ortak yönleriyse bu haklı popülerliklerinden ibaret değildir. Lev Şestov’a göre ikisinin de başına ayrı ayrı gelen musibetler onları birbirine yaklaştırır. Dostoyevski kürek cezasıyla, Nietzsche ise amansız Frengi hastalığıyla sınanmıştır ve ikisi de bunun sonucunda köklü bir psikolojik dönüşüm yaşamıştır. İkisinin de kitaplarında en yakışıksız ve sorunlu insanlar cirit atar. Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün inziva mağarasıyla Yeraltından Notlar’ın yeraltı hazinesi birbirine olan benzerliğiyle şaşırtır. Dostoyevski, edebiyatında felsefe barındırır. Nietzsche ise felsefesinde edebiyat… Ahlak, iyi ve doğru gibi beylik söylemler iki yazar için de şüphelidir ve enine boyuna sorgulanmaya açıktır. Kuşkuculuk ve karamsarlıktan aldığı enerjiyle iki yazar da sevgi dolu görünen ama art niyet taşıyan yanardöner davranış ve söylemleri deşifre eder. İnançlara, değerlere, geleneklere yönelik şüphe duyma ve bireyin psikolojisinin derinliklerine inme isteği iki dehada da mevcuttur. Tabii ki her şeyden önemlisi Dostoyevski ve Nietzsche şu kavramda tam olarak kucaklaşırlar: Trajedi.

Lev Şestov, kaleme aldıkları metinlerindeki temalar ve yaşam deneyimlerinden yola çıkarak söz konusu iki önemli şahsiyetin diğer ortak yönlerini de araştırıyor. Yazar, bu araştırma sürecini sürdürürken Belinski, Puşkin, Tolstoy ve Gogol gibi Rus yazarlarına başvuruyor. Yalnızca edebiyat dünyasının öne çıkan kişiliklerini işaret etmiyor. Yanı sıra, Schopenhauer, Mill ve Kant gibi büyük filozofların da kapısını çalıyor. Dostoyevski ve Nietzsche, felsefe ve edebiyatın ortak konusu olan trajedi kümesinde buluşan iki büyük zihni bir araya getiriyor.

el-Münkızü mine’d-Dalâl – Dalâletten Çıkış Yolu – İmam Gazali

Seslendiren: Nisan Kumru

Kelâm ilmini öğrendikten sonra, felsefe bilgilerini incelemeye başladım. İyice anladım ki bir ilimdeki fesat ve bozukluğu, ancak o ilmi derinlemesine inceleyen kimse anlayabilir. O ilme öyle vakıf olmalı ki, o ilmin en bilgilisinin ilmine eşit hâle gelmeli. Hatta onu da geçmelidir. O ilmin ehlinin ulaşamadığı derinlikleri ve tehlikeleri tespit edebilmelidir. Ancak o zaman o ilmin bozuk olduğuna dair iddiasının doğru olduğu ortaya çıkar. İslam alimlerinden felsefeyi derinlemesine incelemek için gayret sarf edenini görmedim. Kelam alimlerinin kitaplarında felsefecilerin sözlerini çürütmek için yazılmış olan sözlerde çelişki ve önemsiz ifadeler vardı. Bunlarla ilimlerin inceliklerine vakıf olduklarını iddia etmeleri şöyle dursun, halk arasından bir kimsenin dahi iknası düşünülemez. Nihayet anladım ki, bir yolun hakikatini tam anlamadan onu reddetmek, karanlığa atmak gibidir.

İmam Gazali, İslam düşünce kültürünün en dâhi ve çok yönlü simalarının başında gelir. Onun renkli ve canlı bir düşünsel geçmişi vardır. Küçük yaşlarından itibaren bilginin ve dünyanın iç yüzünü merak etmiştir. Matematikten mantığa, felsefeden fiziğe birçok farklı ilmi konuda fikir sahibi olmuştur. Kelam, İslam felsefesi, mantık, Batınilik gibi farklı kulvarlara uğramış ve hepsinden edindiklerini süzgeçten geçirmiştir. 

Gençliğinde buhranlarla, derin düşünce ve kuşkularla geçen hakikat arayışı İmam Gazali’yi bir süre sonra tasavvufa yöneltmiştir.  İmam Gazali; özellikle İbni Sina, Farabi ve İbni Rüşd gibi içinde bulunduğu çağın aktif olarak tartışılan filozoflarını yakından tanımış, gerek yazım üslubu gerekse de eleştiri stiliyle bir geleneğin öncüsü olmuştur. Filozofların Tutarsızlıkları (Tehâfütü’l-Felâsife) eserinde çağdaşı olan birtakım filozoflara mantıksal eleştiriler yöneltmiştir. Böylece ortaya, kendi deyimiyle “hiçbir düşünürün dikkate almadığı” epistemolojik bir sorunu koymuştur. 

El-Münkızü mine’d Dalâl eserinin başlığı Türkçe’ye şöyle tercüme edilebilir: Dalâletten Çıkış Yolu ya da Dalâletten Hidayete. İsmi oldukça manidar olan bu kitapta Gazali, yaşadığı düşünsel süreci ve hakikat arayışını okura samimi bir dille aktarır. Devrinin bilimini, yaklaşımlarını, felsefi akımlarını gözden geçirip en nihayetinde mistik bir yola nasıl vardığından söz eder. 

Söz konusu çalışma Türkçe’nin haricinde İngilizce, Hintçe, Fransızca, Farsça, Felemenkçe gibi birçok farklı dile tercüme edilmiştir. El-Münkızü mine’d Dalâl – Dalâletten Çıkış Yolu; felsefe, felsefi mistisizm, tasavvuf ve epistemoloji konusunda İslam dünyasında kaleme alınmış en ciddi kitaplardan biri. Eser, aynı zamanda Gazali gibi nev-i şahsına münhasır bir kişiliğin otobiyografisi ve düşünce kronolojisi niteliğinde.  

Dünyevi Bilgelik Sanatı – Baltasar Gracián

Seslendiren: Akif Yardımcı

Akıllı insanlar genellikle sabırsızdır çünkü insanın bilgisi arttıkça ahmaklara karşı sabırsızlığı da çoğalır. Fazla bilgiyi memnun etmek zordur. Epiktetos’a göre hayattaki ilk kural bir şeylere tahammül edebilmektir. Bu, ona göre bilgeliğin yarısı sayılır. Aptallığın çeşitli türlerine katlanmaksa daha da fazla sabır gerektirir. Biz de genellikle bağımlı olduğumuz kişilere katlanmak zorundayız. Bu kişisel kontrol konusunda yararlı bir derstir. Sabrımız huzuru doğuracaktır. Bu ise dünyadaki mutluluğun can damarıdır. Hiç sabrı olmayanlar kendi içlerine çekilmelidir, ama orada bile kendilerine sabır göstermek zorunda kalacaklardır.

Baltasar Gracián, Konseptizm adı verilen sanatsal akımın edebiyattaki yüzü ve öncüsüdür. Baltasar Gracián; Plutarkhos, Desiderius Erasmus, Epiktetos, Seneca, Publilius Syrus gibi önemli filozof ve yazarlardan etkilenmiştir. Yazar, antik metinleri okuma konusunda karşı koyamadığı bir hevese sahipti ve kısa zamanda güçlü hitabeti ve retorik yeteneğiyle süslediği vaazlarla üne kavuştu. Babası tıp üzerine ihtisas yapmış olmasına rağmen kendisi rahip olmayı seçmiştir.

İspanyol Barok edebiyatın ilk ve en önemli ismi olan düşünür, her biri bir vecize değerinde sözleriyle okuru büyülemeyi iyi bilir. Yazar, aynı zamanda mensubu olduğu Cizvit tarikatından izinsiz yayımladığı için yaptırıma uğradığı deneme metinleriyle de ünlüdür. Pikaresk romandan hiciv yazılarına kadar çok geniş bir yazınsal yelpazede yazabilen Gracián’da, Arthur Schopenhauer’ı çok fazla etkileyen satirik bir karamsarlıktan söz etmek de mümkündür. Orijinal ismi ‘Oráculo Manual y Arte de Prudencia’ olan Dünyevi Bilgelik Sanatı, Friedrich Nietzsche tarafından tüm Avrupa medeniyetinden çıkan en ince ve karmaşık eser olarak tanımlanmıştır.

Bu çalışmasında Gracián; mutluluk, saygınlık, eğitim, suskunluk, yetenek, zekâ, sağduyu, dostluk, erdem üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Yeri geliyor gerçekten akıllı olanlarla olmayanların farkından bahsediyor, yeri geliyor özgürlüğün neden gerekli olduğunu sorguluyor. Kitabının her sayfasında insan ilişkileri, insan psikolojisi ve sosyal dünyaya dair haklı bulunabilecek aforizmalara yer veriyor. Her ne kadar 17. yüzyılda yazılmış olsa da güncelliğini muhafaza etmeyi başarmış eser, birçok kişinin başucu kitabı olma potansiyeli taşıyor. Bu durumu kitabın 1992 yılındaki İngilizce çevirisinin kısa zaman içinde 200 bin kopya satmasından anlamak mümkün. Dünyevi Bilgelik Sanatı, psikolojiden iş hayatına kadar sayısız hikmetli söz ve çözümleme içeren ve çağını aşan bir eser.

Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir – Søren Kierkegaard, Hamza Celaleddin

Seslendiren: Gökhan Erciş

Ne olacak? Gelecek ne getirecek? Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Bir örümcek, sabit bir noktadan hedefinin içine doğru seğirtirken, önünde daimî bir boşluk görür, ayak basacak yer bulamadığı bir boşluk, ne kadar çırpınırsa çırpınsın. Ben de bu durumdayım; önümde daimî bir boşluk, beni ileriye doğru güdüleyen şey, arkamda yatan bir netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil. 

Kierkegaard; kaygı, neşe, otantiklik, absürdizm, ironi, umutsuzluk, varoluş anları, öznel ahlak kavramlarıyla dikkat çekmiş bir isim. Kierkegaard, çoğu çevre tarafından varoluşçuluk akımının kurucusu ve modern psikolojinin ilham kaynağı olarak görülür. Kierkegaard’ın felsefesi idealara, ulaşılmaz değerlere, mükemmel kavramlara dayanmaz. Bunun yerine o, bireysel durumları ve öznelliği esas alır.

Hayatı, felsefi bir sorun olarak değil, aksine, yaşanması ve çok da ciddiye alınmaması gereken bir bütün olarak gören bir filozof Kierkegaard. Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir, çığır açıcı bu filozofun önemli ve etkileyici sözlerini bir araya getiriyor.

Sokrates’in Savunması – Platon

Seslendiren: Enver Murat Güçlü

Ben bu insandan daha bilgeyim. Çünkü belli ki, ikimiz de önemli hiçbir şey bilmiyoruz. Ancak o, bilmediği halde bildiğini zannediyor. Ben zaten hiçbir şey bilmiyorum ne de bir şey bildiğimi zannediyorum. Bu nedenle, ben biraz daha bilgeyim çünkü bilmediğim şeyleri bildiğimi düşünmüyorum.

Gençliğinde astronomi, geometri, politika ve matematik üzerine sıkı bir eğitim gören ama bir süre sonra felsefeye yönelen Sokrates tarihin popüler entelektüellerindendir. Akıl, kişilik, insan varlığı, ahlak, sorgulama tekniği ve bilgi üzerine özgün fikirlerinin yanı sıra şüpheci ve eleştirel yaklaşımıyla da tanınır.

Sokrates’in Savunması, arkasında yazılı kaynak bırakmayan bu filozofun birtakım görüşlerini ve onu idama kadar götüren süreci konu edinir. Kitapta bu ünlü ve felsefe tarihi söz konusu olduğunda çığır açıcı olarak nitelenebilecek filozofa yöneltilen suçlar ve peşi sıra gelen hükümler anlatılır. Felsefe tarihinin öncülerinden Sokrates, gençlerin ahlakını kötü etkilemek ve Antik Yunan Tanrılarına inanmamakla suçlanmaktadır. 

İdam kararı karşısında tüm metanetini koruyan Sokrates, tarihe geçecek ve aslında kendisinin değil bilgeliğin savunusu olarak değerlendirilebilecek bir savunma yapar. Yapılan tarihi savunmanın ardından Sokrates’in genel felsefi görüşü ve yaşadığı son anlar nakledilir. Eser boyunca Sokrates’in yöntemini, sahte bilgelikleri deşifre etmesini, hayata bakış açısını, felsefi diyaloglarını, gösterdiği cesaret örneğini okuruz. Ek olarak filozofun Syrakusalı Dion, Erasto, Perdikkas, Koriskos, Dion ve Dionysios’a yazdığı mektuplar da Sokrates’in Savunması’nın bir parçası olarak kitapta yer alır.

Sonlu ve Sonsuz – Alan Badiou

Seslendiren: Gökhan Erciş

Zamanın içinde de şeylerin sınırları vardır. İnsanın yeryüzündeki yaşamı sonludur ne yazık ki. Doğumum ve ölümüm arasında, belli sayıda yıl vardır. Burada yeniden sayıyla karşılaşıyoruz. Nadiren yüz yirmiden fazlasına erişen yaş, şimdiden güzel bir umuttur. Ama yüz yirmi yaşından sonra, yaşam ne yazık ki sonlanır. İnsanın sonlu bir varlık olduğunun söylenmesinin sebeplerinden biri budur. Her şeye barbarca isimler veren filozoflar bunu sonluluk (finitude) diye adlandırır. 

Sonlu olmak sonluluk diye adlandırılır, tıpkı tedirgin olmaya tedirginlik dendiği gibi. O halde filozof insani bir sonluluk olduğunu, zaman ve mekânda bir sınır olduğunu söyleyecektir, çünkü aynı şişe gibi biz de uzayda bir bedene sahibiz. Gördüğünüz gibi insanın sonluluğu ölümle ilgilidir ve sonlu ve sonsuz biraz ölümden bahsetmektedir. Hayvanlar gibi, bizim de ölen sonlu bir bedenimiz var. İnsanoğlu ölmeyi sevmez, bu nedenle sonsuz olmayı, bir şeyin ölümden sonra başka bir tarzda devam etmesini ümit eder. Sonuçta, bizler belki sonsuzuz, belki ebedi (éternelle) bir yaşam var. Dinler insan yaşamına ilişkin olarak sonlu ve sonsuz sorusunu bir hayli incelemişlerdir.

Sonluluk ve sonsuzluk, felsefe ve teolojide en çok konu edilmiş, sorunsallaştırılmış kavramların başında gelir. Spinoza Latince ‘Sub Specie aeternitatis’ (sonsuzluğun gözünden) deyişiyle bu sorunu teolojik bakımdan aşmaya çalışır. Descartes’a göre sonlu olan insanda sonsuzluk fikrinin bulunması Tanrı’nın varlık delilleri arasındadır. Fani olanın nihayetsizliği algılaması, Descartes’ın yakından ilgilendiği felsefi bir konudur. Öyle ya da böyle birçok filozof sonluluk-sonsuzluk konusu üzerine kafa yormuşlardır.

Alan Badiou da bu konudan hareket ediyor ama bir farkla: Matematiği, analitik geometriyi, şiiri ve biyolojiyi de işin içine katarak. Badiou, sonsuzluk kavramı konusunda; çok yönlü, güncel ve bilime ya da felsefeye aykırı olmayan bir yanıt geliştirmek için kolları sıvıyor. Türeyim, olay, reel-varlık, hakikatin çokluğu, saf düşünce ve benzeri kavramlar üreterek ‘son’ olgusunu anlamaya çalışıyor. 

Ona göre temelde iki tür sonsuzluk düşüncesi vardır: sanal ve edimsel. Sanal sonsuzluk, “sona ulaşmadan bir sayıdan daima daha büyük olan bir diğerine geçmek” anlamını taşır. Edimsel sonsuzluksa Badiou tarafından “bütün sonsuz sayıları kapsayan ve gerçekten sonsuz olan bir çokluk” olarak tanımlanır. İkinci sonsuzluk, insana tamamen kapalı ya da yabancı değildir. İnsan, zihinsel eylemleri ve düşünce sistemleriyle bu sonsuzlukla ilişki kurabilir. Hesaplayabilme, ölçebilme ve düşünebilme edimleriyle sonsuzluğa temas edebilir. Badiou bu durumu şu cümlelerle açıklar: “İnsanoğlu sonludur, kuşkusuz sonsuz değildir, ama sonsuzun ne olduğunu bilir, bunun kanıtı size şu an sonsuzdan bahsediyor olmamdır. Bizler sonluyuz, ama sonsuzdan bütünüyle habersiz değiliz.”

Dilimin Sınırları – Eva Meijer

Seslendiren: Deniz Yüce Başarır

Metaforlar tamamen anlamsız değildir. Bedeninde bir deniz taşıdığını tahayyül et: attığın her adımda seninle hareket eden ve sana tamamen sudan olduğunu hissettiren bir deniz. Suyun tehlikeli olduğunu bilirsin, insanların içinde boğulduklarını ve suyun altında yaşayamayacağını da. Denizle baş etmen mümkün değildir. Su bazen yükselir bazen alçalır, gelgit yaşanır. Ta ki bir gün o kadar yükselir o kadar yükselir ki sen paniğe kapılırsın ve ondan kurtulamazsın, çünkü o içindedir. Kimse dışarıdan göremez, oysa gözlerin normalden daha sık dolar.

Depresyonun genetik ve nörobiyolojik altyapısını zaman içerisinde anlamaya başlıyoruz ve psikolojik açıdan nasıl bir dünyaya yol açtığını görüyoruz. Günden güne depresyonu tanıyor olmamızın nedeni belki de depresyonun artması ve bunu bir şekilde herkesin deneyimliyor oluşudur. Depresyonu daha iyi tanıdıkça onunla mücadele etme yöntemleri konusunda nasihatler de aynı oranda artıyor. Ancak yine de depresyondan şikâyet eden kimse mağaranın sonundaki ışığı göremeyebiliyor. Belki de sayfalarca uzayıp giden çalışmalardan çok kısa ama içten bir kitaba gereksinim vardır.

Dilimin Sınırları, tam olarak böyle bir amaca yönelik yazılmış bir kitap. Okuru yabancılaştırmayan samimi bir sohbet havasında geçen ve dil ile depresyon ilişkisini ele alan bir eser. Filozof, görsel sanatçı ve söz yazarı olan Eva Meijer tarafından yazılan 14 kitaptan biri olan eser,  sessizlik, delilik, hayvanlar, dil ve politika konularına değiniyor. 

Eva Meijer, tıpkı Carl Gustav Jung gibi, araştırdığı psikolojik olguları bizzat deneyimleyen bir zihin. Bu nedenle depresyon kavramını dıştan değil içten kavrayıp çözümlemeyi başarmış biri. Dilimin Sınırları’nda sadece bilimsel bir kitap okumuyoruz. Bireysellikle bütünleşmiş, felsefi, metaforlarla dolu, edebi ve fakat yine de verilere dayanan bir depresyon çözümlemesi okuyoruz. Eva Meijer, eserde melankolik insanların sanatsal üretkenliğe daha çok yaklaştığını ve deliliğin tekdüze bir varoluş biçimini kırdığını ifade ediyor, karaduygululukta, delilikte ve vazgeçişte bir kutsallık olduğunu söylüyor. aynı zamanda, intihar fikrinin, sanatçılar tarafından hayatın tamamlandığını belirten bir manifesto olarak algılandığını belirtiyor. Eser boyunca melankolik olma biçimlerinin o kadar da kötü olmadığını savunuyor.

Aptallarla Ne Yapmalı? Onlardan Biri Olmamak İçin – Maxime Rovere

Seslendiren: Arda Kavaklıoğlu

Aptallar sizi istemezler. Size saygı duymamaları bir yana, varlığınızı bile hesaba katmak istemezler. Sizi dikkate almazlar. En büyük arzuları siz hiç olmamışsınız gibi davranmaktır ya da daha net bir ifadeyle sanki varlığınız ve onunla alakalı her şey; duygular, düşünceler, umutlar, korkular, endişeler ve gösteremediğiniz şefkatler, içinizde özenle taşıdığınız tüm bu duygu, imge ve semboller dünyasının hiçbir değeri yokmuş gibi davranırlar. Onların gözünde siz yok hükmündesinizdir. Bu tutum o kadar aptalca, o kadar aşağılayıcıdır ki şaşkınlıktan donakalırsınız ama artık bunu böyle kabul etmek zorundasınız. Sizinle onlar arasındaki ortak insanlık, hatta ortak yaşam çökmüştür. Bir aptala ahlak dersi verirken onun anlamadığı bir dilden konuşuyorsunuzdur. Dilin katılığı ve anlam belirsizliği iyi niyetli insanlar arasında bile daima yanlış anlaşılmalara yol açıyorken trajedi anında iletişimsizlik devasa boyutlara ulaşır.

Aptallık neden yaygın ve aptallar neden hâkim konumda? Aptalların sayısı neden zamanla artar? Aptallar neden daima kazanan taraftır? Bir aptalla neden tartışmak çok güçtür? Aptallar neden sadece ve sadece yıkıcı bir tutum içerisindedir? Sahi, aptal tam olarak kimdir? Maxime Rovere, Aptallarla Ne Yapmalı? Onlardan Biri Olmamak İçin adlı kitabında tüm bu sorulara son derece tatmin edici yanıtlar veriyor. 

Manifesto üslubuyla yazılmış harika bir çalışma olan bu eserde, yazar sanılanın ve argodaki yerinin aksine aptallığın bir tür zekâ eksikliği olmadığını ifade ediyor. Ona göre aptallık, etik ve ahlaki değerlerimize uymayan herkes ve bazen de kendimizdir. Aptallığın sayısız biçimi ve fenomeni vardır ve genellikle tüm bunlar ahlaki bir hayal kırıklığına dayanır. 

Kitap için “bir şey icat etmek değil sadece anlatmak istiyorum” diyen yazar, rahat ve esnek bir dille okura aptallığın farklı yüzlerini gösteriyor. Aptallığın nedenlerini, onların kimler olabileceğini ve neden aptallık kavramının insanoğlunun hafızasında yer edindiğini anlamaya çalışıyor. Yanı sıra, hatayı fırsata çevirmeyi, duygusal çöküşten kurtulmayı ve aptallarla hiçbir biçimde tartışmaya girmemenin metodolojisini öğretiyor.

Gitmek – Yola Çıkış – Jean Luc Nancy

Seslendiren: Efe Özgün

Bizler insanız çünkü gitmekteyiz, hiçbir nihai varışın mümkün ya da vaat edilmiş olmadığını bilebileceğimiz, bilmek zorunda olduğumuz bir gidişe/yola çıkışa ayarlıyız. Yaşamaya değer bir hayatı, ancak böyle bir atılım içinde, gidişin zorunluluğu içinde -zira başka türlüsü elimizden gelmez- ve bu risk alış içinde, gidişin bahsi içinde yaşayabiliriz. Bu aynı anda hem çok zor hem çok tedirgin edici hem de çok heyecan vericidir.

Gitmek nedir? Gitmenin bir felsefesi var mı? Uzak nedir? Bulunulan yer, bekleyiş ve ayrılık ne demektir? Yol nedir ve yola nasıl ve neden çıkılır? Tüm bunların anlamı nedir? Gitmek – Yola Çıkış, gitmenin felsefesini yapan kendine özgü bir kitap. Özgürlük, politika, demokrasi, estetik gibi birçok farklı konuda felsefe yapmış olan Jean-Luc Nancy’nin bu kitabında yoğun yapısökümcülüğün tesirini görmek mümkün. 

Bahçede Felsefe – Damon Young

Seslendiren: Nuri Karadeniz

Nietzsche’nin yaşadığı yere bunca itina göstermesinin bir nedeni de hastalığıydı. 1876’da İtalya’ya gitmeden önce körlük teşhisi konmuş ve göz damlası verilmişti. Okumalarını günde bir saatlik sürelerle azar azar yapmak zorundaydı; Nietzsche gibi bir akademisyen için bu çok acı bir durumdu. Sorrento’daki limon ağacının gölgesine böylesine ihtiyaç duyması biraz da bu yüzdendir: gözlerinin batmasını ve İtalyan güneşinin verdiği baş ağrılarını bir nebze azaltmak için.

Avustralyalı filozof ve yazar Damon Young; çizgi romanlara, sinema filmlerine, günlüklere başvuran farklı bir kişilik. Düşüncelerini güncel ve antik her türden elementle zenginleştiren filozof, Bahçede Felsefe ile felsefenin bir çırpıda anlaşılmasını sağlıyor. Ayrıca felsefenin tabiat ile ilişkisini de gözler önüne seriyor. Tarihe damga vurmuş büyük filozofların doğa sevgisini, kulübede yaşayan düşünürlerden yanında sürekli bir ağaç barındıran düşünürlere kadar çeşitli örnekler vererek anlatıyor.  Bu sayede okurun eline Voltaire, Jean-Paul Sartre, Friedrich Nietzsche, Jean-Jacques gibi önemli filozofların yaşamlarını tanıma fırsatı geçiyor. Tabii ki eserde yalnızca filozoflar yok. Jane Austen, George Orwell, Marcel Proust ve Nikos Kazancakis gibi edebiyatçılar da mevcut.

Bahçede Felsefe, doğayla yakınlaşanların daldıkları derin düşünce hâlini açığa çıkartan, doğanın meditatif yönünü vurgulayan bir eser. Aynı zamanda insanın kendi doğası üzerine düşünmesiyle, doğa ve kozmos üzerine düşünmesinin birliğini savunan bir inceleme. 

50 Soruda Dil Felsefesi – Atakan Altınörs

Seslendiren: Tolga Korkut

Yeniçağ’da Condillac ‘dil-öncesi’ veya ‘dilden bağımsız’ bir düşünme faaliyetini, birtakım imgesel çağrışımlar dışında imkânsız görür. Condillac’ın attığı en önemli adım, insanın dili kullanmadan ne düşünme ne de diğer zihinsel melekelerini iradî olarak denetleyebileceğini açıklamasıdır. Yazarlar, Condillac’ın dilden önce insan zihninin fizyolojik ve çevresel uyaranlara tâbi olduğunu; eski bir duyumunu iradî olarak anımsayamayacağını ve zihinsel melekelerini yönlendiremeyeceğini ortaya koymadaki başarısını vurgular. Dil, Condillac’ın nazarında sadece düşüncenin ifade aracı değildir; dilin insana kendi düşünceleri üzerinde sağladığı denetim ve analiz gücü, düşünceyi ifade işlevinden daha aslî ve önceliklidir.

Dil felsefesi; semantik, filoloji, gramer, söz, tümce gibi insan dilinin donanım ve özellikleri üzerinden kurulan anlam dünyasını inceler. Dili dil yapan unsurları, felsefi dilin ne demek olduğunu ve insan dilinin iletişimdeki rolünü sorgular. 

Atakan Altınörs, Türkçe kaynaklardaki büyük bir eksikliği gidererek dil felsefesini en anlaşılır biçimde tanıtıyor bu kitapta. Dil felsefesi nedir? Temsilcileri ve ilk düşünürleri kimlerdir? Semantik ve anlam ne demektir? Her iletişim bir dil oluşturur mu? Antik Çağ ve Ortaçağ’da dil ile ilgili düşünsel konu ve problemlere nasıl yaklaşılıyordu? Dil felsefesini dilbilimden, filolojiden veya etimolojiden ayıran çizgi(ler) nedir? İnsan dilinin kültür ve varlıkla olan ilişkisi ve etkileşimi tam olarak nasıldır? Niye bir dil konuşuyoruz ve çevremizdeki diğer insanlarla anlaşabilmemizin biricik aracı bu? 

Bunlarla birlikte bunlara benzer birçok sorunun yanıtının bulunabileceği 50 Soruda Dil Felsefesi, felsefenin önemli bir alanını detaylı inceliyor, dil felsefesinin açmazlarından ve sorunlarından bahsediyor. 

J. J. Rousseau, René Descartes, Noam Chomsky, Berkeley, gibi eski-yeni filozofların görüşlerinin de yer aldığı 50 Soruda Dil Felsefesi, dil felsefesi alanına hızlı bir giriş yapmak isteyenlerin başucu kitabı olmaya aday.

Kendiyle Dost Olmak – Wilhelm Schmid

Seslendiren: Murat Eken

İnsanın kendisiyle ilgili dikkat ve özenine felsefe yön veriyordu buna göre; bu sayede düşünerek kendi yolunu bulmak, büyük huzursuzluk anlarında kendi içine çekilmek, sonra tekrar başkalarına yönelmek, olup biteni didiklemek yerine ona sevgiyle yaklaşmak ve kendi kabiliyetleri oranında eylemde bulunmak, iyi insan olmanın özü üzerine uzun uzun tartışmak yerine öyle birisi olmak ve bu şekilde ‘en güzel hayatı sürmek’ mümkündü.

Wilhelm Schmid, Tübingen ve Paris’te ayrı ayrı felsefe ihtisası yapmış bir düşünür. Onu kendisi yapan önemli bir olaysa, Zürih kentindeki bir hastanede hastalıktan mustarip insanlara felsefe ile manevi destekçilik yapmasıdır. Bugüne değin kaleme aldığı kitaplar on sekiz farklı dile tercüme edilmiştir. Düşmanlık, dostluk, aile duygusu, seks, aşk, mutsuzluk ve benzeri herkesi ilgilendiren konulara dair derin ama anlaşılması kolay metinler yazması ile bilinir.

Wilhelm Schmid, önceki kitaplarında olduğu gibi Kendiyle Dost Olmak eserinde de herkesçe anlaşılabilir bir dili tercih ediyor. Kendiyle Dost Olmak, kendini sevmeye, bir gaye edinmeye, kişisel değerleri tanımaya ve travmalarla yüzleşmeye dair bir kılavuz niteliğinde.

Neden Bu Kadar Akıllıyım? Friedrich Nietzsche

Seslendiren: Emrah Akşık

Sırf üzümlerin kızarmakla kalmayıp her şeyin olgunlaştığı bu kusursuz günde hayatıma bir gün ışığı düştü: Geriye baktım, öteye baktım; hiç bu kadar çok ve bu kadar güzel şeyi tek bir seferde görmemiştim. Kırk dördüncü yaşımı bugün bir hiç uğruna gömmedim, gömebildim – içindeki hayat kurtuldu, ölümsüzleşti. Tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi, dionysos dithyrambosları, dinlence niyetine de putların alacakaranlığı – hepsi de bu yılın, hatta son çeyreğinin armağanları! Bütün hayatıma nasıl müteşekkir olmayayım? İşte bu yüzden hayatımı anlatıyorum kendime.

Nietzsche’nin otobiyografik bir eseri olan Ecce Homo’nun bir bölümüdür Neden Bu Kadar Akıllıyım? başlığını taşıyan metin. Bu metinde Nietzsche, bir özeleştiriye soyunuyor ve kendi benliği ve dünya görüşüyle hesaplaşıp yüzleşmeye başlıyor. İnsanlar tarafından nasıl algılandığını ve kendi kendisini nasıl algıladığını nüktedan bir üslupla aydınlatmayı başarıyor. Neden Bu Kadar Akıllıyım? özellikle Nietzsche severlerin ve filozofların düşünce sistemlerindeki dinamikleri merak edenlerin muhakkak göz atması gereken bir eser.

Okuma Üzerine – Marcel Proust

Seslendiren: Hakan Dülger

Kitap zevki zekâ ile birlikte artıyorsa, görüldüğü gibi, bu zevkin tehlikeleri de zekâyla birlikte azalır. Özgün zekâ, okumayı kendi kişisel işleyişine bağlı kılmayı bilir. Okuma, onun için eğlencelerin en soylusundan, özellikle en soylulaştırıcısından başka şey değildir, çünkü sadece okuma ve bilme yoluyla zihin en görgülü hâline kavuşur. Duyarlığımızın ve zekâmızın gücünü ancak kendi içimizde, ruhsal yaşamımızın derinliklerinde geliştirebiliriz. Ama bizim zihinlerimizin “görgüsünün” eğitilişi öteki okumuş zihinlerle ilişki içinde olur. Okumuşlar, her şeye karşın, nitelikli zekâlar olmayı sürdürür ve bazı kitapları, edebiyat biliminin bazı özelliklerini bilmemek, bir dehada bile entelektüel eksiklik işareti olarak kalacaktır. Düşünce düzeyinde bile seçkinlik ve soyluluk, bir tür görenek masonluğundan ve geleneklerin mirasından oluşur.

Edebiyat çevreleri tarafından tüm zamanların en seçkin kitapları arasında gösterilen Kayıp Zamanın İzinde serisinin yazarı Marcel Proust’un yazınsal karakteri son derece naif, etkileyici ve dokunaklıdır. Okuma Üzerine’de ise Proust, edebiyatın dışına çıkarak biraz felsefi biraz da psikolojik bir deneme kaleme alıyor. Yazar, Okuma Üzerine vasıtasıyla, okurla kitap arasındaki etkileşimi ve okuma eyleminin kendisini mercek altına alıyor. Bir tür düşünme denemesi sayılabilecek eserde yazar, kendi kütüphanesinden ve yaşadığı dönemden birçok örnekle anlatımını zenginleştirmeyi başarıyor. 

İnsanın Görkemi – Ralph Waldo Emerson

Seslendiren: Serhat Yiğit

Platon’un bir düşüncesi benim bir düşüncem haline geldiğinde, Pindaros’un ruhunu ateşleyen bir hakikat benim ruhumu da ateşlediğinde, zaman yoktur artık. İkimizin bir algıda buluştuğumuzu, ikimizin ruhunun aynı renge çaldığını ve tek bir renkte birleştiğini hissettiğim zaman, neden arz derecelerini ölçeyim, neden Mısır yıllarını sayayım ki?

ABD’li bir filozof, şair, deneme yazarı ve kültür eleştirmeni olan Ralph Waldo Emerson; bu kitabında kendi dünya görüşünü özetleyen denemelerini paylaşıyor. Emerson; ahlaki idealizm, çevrecilik, doğa severlik temalarından güç alır. Bu kitap boyunca da hemen her sayfada transandantalist ve panteist etkilenmeleri gözlemlemek gayet mümkün. 

Özgüven, tarih, ilahi ruh, şiir, deneyim, kitap, arkadaşlık gibi farklı konuları tartışan yazar, Montaigne’in yaptığını daha da ileriye götürüyor. Bireyin kültür, dünya ve doğa ile olan ilişkisini derinlemesine inceleyip görüşlerini aktarıyor. Friedrich Nietzsche’yi şiddetli bir düzeyde etkileyen ve deneme yazınına yeni bir yön veren İnsanın Görkemi, her felsefe meraklısının gözden geçirmesi gereken eserler arasında.

Bekleyiş Unutuş – Maurice Blanchot

Seslendiren: Kubilay QB Tunçer

Bekleyiş içinde yaşayan, yaşamın bekleyişin boşluğu olarak ve bekleyişin de yaşamın ötesinin boşluğu olarak başına geldiğini görüyor. Bu iki hareketin değişken belirsizliği bundan böyle bekleyişin mekânı olacak. Her adımda burada fakat buna rağmen ötedeyiz. Fakat bu öteye, ölüm yoluyla ona erişmeden varıldığı için, bu öte beklenir ama ona ulaşılmaz; onun esas niteliğinin, ancak bekleyişte ulaşılabilmek olduğu bilinmeksizin. Bekleyiş olduğunda beklenen hiçbir şey yoktur. Bekleyiş hareketinde ölüm beklenilebilir olmaktan çıkar. Bekleyiş, vuku bulan her şeyin bekleyiş tarafından yolundan edildiği mahrem huzurda ölümün bekleyişe yeterli olabilecek şey olarak vuku bulmasına müsaade etmez, fakat onu, askıda, dağılma halinde ve her an bekleyişin boş eşitliği tarafından aşılmış olarak tutar. Bekleyiş ile ölümün garip karşıtlığı. Adam, ölüme kayıtsız bir bekleyiş içinde ölümü bekliyor. Ve aynı şekilde ölüm kendisinin beklenmesine müsaade etmiyor.

Mekânsız, zamansız, kişiliksiz, sadece kimliği belirsiz bir adam ve bir kadının ortasında bulunduğu ve öylece yaşanan bir süreç. Enis Batur’un ifadesiyle ‘yazı düşünürü’ olan Blanchot, bu kitabında iki kişinin diyalogları vesilesiyle onların duygu ve düşüncelerini işliyor. Bu iki kişi yan yanalar ve otel odası olduğu düşünülebilecek bir yerde, sonsuzluktan sonsuzluğa uzanan bir zamandalar. Birbiriyle kurdukları tüm iletişim ise ses aracılığıyla gerçekleşir. Birbirinin mevcudiyetinden tam olarak haberlerinin olduğu dahi söylenemez. Kimliksiz bu iki kişi beklemenin ve unutmanın sınırlarında birbirlerine seslenip dururlar. Bekleyiş Unutuş, Blanchot’un tuhaf, sıradışı ama bir o kadar da efsanevi sözlerle dolup taşan etkileyici bir kitabı.

Var Mısın Ki Yok Olmaktan Korkuyorsun? – Farabi

Seslendiren: Turan Güney

Farabi’nin felsefesinde insan, âlemin en sonunda yer alan en mükemmel canlıdır. İnsan gibi dil ve düşünme yetisine sahip başka bir canlı yoktur. Bu yüzden insanın kendisinin ne olduğunu bilmesi önemlidir. Aynı zamanda insan kâinatın bir parçasıdır. Ne insan kâinattan ayrıdır ne de kâinat insandan. Farabi insanı sadece bu şekilde tanımlamayıp, psikolojik olarak da insanın tanımını yapmıştır. Ona göre insan, nefis, düşünme, hayal etme, arzulama ve duyum özelliklerinden oluşmaktadır. İnsanın özgürlüğünün varlığının ayrılmaz bir parçası olduğunu da söyleyen Farabi ‘özgür irade, özgür insan…’ gibi tanımlamalar yapar.

Farabi -İbn Haldun ve İbn Sina gibi- İslam felsefesinin ve Doğu’da yeşermiş sosyolojinin engin ve özgün isimlerinden biri. Yazar, çok iyi bir Platon yorumcusu olmasının yanı sıra Erdemli Şehir (el-Medînetü’l-fâżıla) isimli magnum opus kitabıyla da dikkat çekmiştir. Onun içinde bulunduğu dönemin ve yüzyıllar sonrasının düşünce dünyasına yönelik etkisi tartışılmaz derecede büyüktür. Var Mısın Ki Yok Olmaktan Korkuyorsun? hem Farabi’nin düşüncesini özetleyen hem de onun biyografisinden parçalar sunan bir kitap. Aynı zamanda Farabi’nin birbirinden derin söylemlerini bir araya getiren bir derleme çalışması.

Ermişin Bahçesi – Halil Cibran

Seslendiren: Kubilay QB Tunçer

İçinizden kimseye ahmak da demeyin zira insanlar ne bilgedir ne de aptal. Bizler hayat ağacının üzerindeki yeşil yaprakları ve hayat denen şey, bilgeliğin de ve hiç şüphe yok ki aptallığın da ötesindedir.

Ortadoğu edebiyatının gözde kişiliği, felsefeyi aforizmalarla yapan Halil Cibran’ın eseri Ermişin Bahçesi, Ermiş’in devamı niteliğinde. Cibran’ın vefatının ardından 1933’te okurla buluşturulan kitap, Friedrich Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü ile paralellikler taşır. Yine münzeviliğin, yine topluma karşı bireyin, yalnızlığın, tabiatın ve düşüncenin bahsi bolca geçer. 

Kitabın konusu genel hatlarıyla şöyledir: El Mustafa ismindeki münzevi, doğup büyüdüğü yere geri dönüş yapar. Aile kabirlerinin bulunduğu bu adada onun öğretilerine inananlarla buluşur. Müritlerine teolojik, insani ve felsefi meselelerden söz eder. Vuslat, zaman, bir başınalık, doğanın zarafeti, insanın özü… Umut verici, ayakları yere sağlam basan sözlerle müritlerini etkileyen El Mustafa, aslında bizzat okura seslenmektedir.

Saklı Asa – Anooshirvan Miandji

Seslendiren: İsmet Numanoğlu

Kitaplar anılar içerir, kitap aramanın da bir serüveni var. Bazı bilgeler aradığı kitabı bulurken bazıları bulamamıştır. Bazı bilgeler ararken yorulup pes etmiş, bazıları da bulamadığı kitabı oturup kendisi yazmıştır. Senin aradığın kitap özel bir kitap, elimizden geleni yapmadıkça pes etmek bize yakışmaz, sen de zaten kolay kolay pes edecek birine benzemiyorsun, yanılıyor muyum?

Çocuklar için felsefe, felsefe tarihi bilgisinin yanı sıra karmaşıklığı basitleştirme gücü ve pedagojik üslup gerektirir. Bu yetenekleri layıkıyla ve fazlasıyla gösteren Anooshirvan Miandji’nin seslendiği bu defa çocuklar değil, gençler. Kitap Boyunca Miandji, türlü sorgulamalara ve düşüncelere girerek, yetenek, duygusal zekâ, insanın kişilik bütünlüğü, güç, adalet, erdem, hakkaniyet üzerine kulağa oldukça güzel gelen sözler sarf eder. Eserin ana karakteri ise eşiyle birlikte senelerdir bir sürü kitabın arasında yaşayan bir sahaftır. Bir de bu sahafın hakikati arayışına ve düşünsel yolculuğuna eşlik eden bir genç vardır. İkisi beraber, çeşitli keşiflere çıkar ve sorularına yanıt ararlar.

Tanrı’ya İhtiyaç Duymak – Soren Kierkegaard

Seslendiren: Arda Kavaklıoğlu

İnsanlar ne için kendilerine birey olarak değil de gruplar halinde hitap edilmesini tercih ediyor? Vicdan, yaşamın en büyük külfetlerinden biri olduğu için mi? Bir “grubun parçası olmayı” ve “bir taraf oluşturmayı” tercih ediyoruz, çünkü bir grubun parçası olmak vicdanını uykuya yatırmak anlamına geliyor. Vicdanın yanında, iki ya da iç kişi olamayız, bir “Miller Kardeşler ve Ortakları” olamayız. Hayır, hayır. Grubun güvenceye aldığı tek şey vicdanının yürürlükten kaldırılmasıdır.

Varoluşçuluk felsefesinin mimarı olarak bilinen Kierkegaard, görüşlerinde bilgi ve inancın özünü sorgulamıştır. Tanrı’ya İhtiyaç Duymak adındaki bu kitap, Kierkegaard’ın felsefesinin kilit noktalarını ve kavramlarını derleyip bir araya getiriyor. Ünlü düşünürün objektifinden din, ürperti, ölüm, korku, kaygı, gelecek ve şimdi gibi olguları okumak isteyen herkes bu esere bir şans vermeli. 

En İyi Felsefe Kitapları Storytel’in Kütüphanesinde

Bilim felsefesinden edebiyat felsefesine, siyaset felsefesinden teolojiye her çeşit felsefe kitabını Storytel’in  zengin kitaplığında bulabilirsin. Felsefi yolculukta sana eşlik edecek en etkileyici kitaplar, Storytel’in avantajlı abonelikleriyle her an elinin altında.

Kitap ÖnerileriOkunması Gereken KitaplarSesli Kitap

İlgini Çekebilir

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Alıntıları

10/10/2023

İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sırasında yaşanan toplumsal değişimi en güzel anlatan romanlardan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türk edebiyatına kazandırdığı en önemli eserlerden. Tüm romanlarını bir toplum bilimci gibi kaleme alan Tanpınar bu ölümsüz eserinde […]

Çantamdan Fil Çıktı Storytel’de

10/10/2023

Elbette Satürn ‘de bir hastanede tedavi olmayı tercih edebilirdi. Çantasından bir gezegen çıkabilirdi. O gezegene giderken çantasından uzay korsanları çıkabilirdi. Ya da okyanusun derinliklerinde tam teşekküllü bir Denizaltı Hastanesine gidebilirdi. Mert Arık’ın özgün bir üslupla […]

2020’de En Çok Dinlenen Storytel Kitapları

20/01/2021

Storytel kütüphanesine eklenen binlerce sesli kitap ve e-kitap arasından 2020’de en çok dinlenen Storytel kitapları hangileri merak ediyor musun? Listede belki başucu kitaplarınla karşılaşacaksın, belki de henüz adını duymadıklarınla ya da duyup da okuma, dinleme […]

Türkiye’ye Polisiyeyi Sevdiren Ahmet Ümit Dinleyebileceğin 21 Kitabıyla Storytel’de

30/01/2021

Türkiye’de polisiye denince akla önce Ahmet Ümit gelir; tıpkı dünya edebiyatında polisiye denince akla ilk gelen ismin Agatha Christie olması gibi. Geniş bir okur kitlesine sahip Ümit’in kitaplarının bu kadar ilgi görmesinin en büyük sebebi […]

Bu Kış İçini Isıtacak Aşk Kitapları

31/01/2021

Kış mevsimi gelmişken battaniyelerin içine gömülüp sıcacık bir çay, kahve ya da çikolata ile kitabını alıp keyif yapmaya ne dersin? Peki aşk kitapları sever misin? Soğuk günler başlayınca çoğu zaman sevdiklerimizden, sosyal hayatımızdan uzaklaşıp evimizde kalmayı […]

Yorumlar

Yorum Yazın

Storytel'i Şimdi Dene