1909’da yayımlanan Martin Eden, Jack London’un hayatından izler taşıyan yarı otobiyografik romanıdır. Sanayi Devrimi sonrası üretim ilişkilerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan roman, işçi sınıfına mensup genç bir gemicinin hikâyesini anlatırken, dönemin ağır çalışma koşullarına ve gelir eşitsizliğinin toplumdaki yansımalarına da birbirinden farklı sınıflara mensup karakterlerin üzerinden ışık tutmayı başarmıştır.
Fiziksel kuvvet gerektiren ağır işlerde çalışarak geçimini sağlayan Martin, yoksul bir adamdır. Ablası ve eniştesinin evinde kiraladığı odada, kısıtlı imkânlarla zorlu bir mücadele yürütürken, tesadüf eseri üst sınıfa mensup soylu bir genç olan Arthur Morse ile karşılaşır. Onları bir araya getiren bu ilginç tesadüf, hayatının yönünü de tamamen değiştirecektir.
Sonra döndü ve kızı gördü. Beyninden peş peşe geçen görüntüler o anda silindi. Solgun, semavi bir varlıktı; insanın ruhuna işleyen kocaman mavi gözleri, altın sarısı gür saçları vardı.
Martin, bir kavga sırasında Arthur’u haydutların elinden kurtardığı için Morse ailesinin evine davet edilir. Bu sayede Arthur’un kız kardeşi Ruth ile tanışır. Göz alıcı bir güzelliğe sahip olan Ruth, üniversitede edebiyat öğrenimi gören kültürlü ve akıllı bir genç kadındır. Martin, Ruth’un sadece güzelliğinden değil, bilgisi ve görgüsünden de etkilenir. Genç kadınla o gün yemek masasında yaptığı sohbet, hayata olan bakışını değiştirmiş, öğrenme ve kendini geliştirme arzusunu tetiklemiştir. Ruth’la arasındaki açığı kapatıp, onun sevgisine layık olmak için başlattığı serüven zamanla onun hayat amacına dönüşür.
Bir sürü kitap okudu ama içindeki huzursuzluk azalmak yerine daha da büyüdü. Her kitabın tek tek her sayfası bilgi alemine açılan birer gözetleme deliğiydi. Okudukları açlığını daha da arttırdı. Bir de nereden başlayacağını bilemiyor, bilgiye hazırlıksız olmanın sıkıntısını yaşıyordu.
Kendisini okumaya ve yazmaya adadığı günden itibaren, çalışma temposunu amaçlarını gerçekleştirebileceği şekilde organize etmeye başlamıştır. Amacı kısa süreli işlerde çalışıp hayatını idame ettirecek kadar parayı kenara atmak, geri kalan zamanda da bol bol okuyup yazmaktır. Hayallerini gerçekleştirmek için var gücüyle çalışırken, parasızlık ve açlık gibi sorunlar bir türlü yakasını bırakmaz.
Martin mücadelesinde sürekli kaybediyordu. Elden geldiği kadar hesaplı davransa bile değersiz işlerle giderlerini karşılayamıyordu. Şükran Günü’nde siyah takımı rehin olduğu için Morse’ların yemek davetini kabul edemedi.
Çoğu zaman eşyalarını rehin bırakarak ve çoğunlukla gününü tek öğün yemekle geçirerek yazma yolculuğuna devam ederken, dergilerden de ret mektupları gelmeye devam etmektedir. Ret mektuplarına rağmen hayallerinin peşinden gitmek için çabalayan Martin, makaleler, denemeler ve öyküler yazarak ayakta kalmaya çabalar. Ruth’un aşkını kazanmak için girdiği yol sadece edebiyat alanında değil, felsefe alanında da derinleşmesini sağlamıştır.
Daha çok çalışabilmek için uyku saatini 5 saate kadar düşüren Martin, Morse ailesinin davetiyle katıldığı akşam yemeklerinde Ruth’la sık sık bir araya gelmektedir.
Yazarlık hakkındaki kulaktan dolma fikirleri hepten yanlıştı ve kanıtı da elindeydi.
Sefalet içinde tamamen umutsuz bir şekilde çabalarken, beklemediği bir anda şansı döner. Yazdıkları artık büyük ilgi görmeye başlamıştır. Yaşadığı değişim sadece yazarlık alanıyla sınırlı değildir. Bu dönem aynı zamanda burjuva sınıfıyla ilgili fikirlerinin tamamen farklılaşmaya başladığı bir dönemdir. Martin, yaşadığı hayal kırıklıklarının da etkisiyle beklenenin tam tersi bir yöne savrulmaya başlamıştır.
Başarıya kavuştuğunda, amacını sorgular hale gelmiş, onu trajik bir sona sürükleyecek karanlık düşüncelere saplanmıştır.
Jack London, hayatından izler taşıyan romanında, kendisini derinden etkileyen Nietzsche, Spencer, Marx gibi önemli düşünürlerin hayat görüşlerini başta Martin Eden olmak üzere farklı karakterin bakış açısından okuyucuya aktarmıştır.
Dönemin siyasal ve sosyal hayatını tüm açıklığıyla gözler önüne seren Martin Eden romanında, sosyal statüleri ve dünya görüşleri birbirinden oldukça farklı karakterler, sınıf çatışmasını okuyucuya aktaran en etkili araçlardır. Hikâyedeki çatışmayı besleyip derinleştiren bu ilginç ana karakterler, aynı zamanda romanı sürükleyici yapan önemli unsurlardır.
Değişim ve değişim karşıtlığının, gelir eşitsizliğinin neden olduğu sınıfsal uçurumun ve yazarın bireycilik ile ilgili görüşlerinin anlatıldığı, Jack London’un henüz 33 yaşındayken kaleme aldığı Martin Eden, dünya edebiyat tarihinin en çok okunan romanlarından biridir.
Jack London Kimdir?
Asıl adı John Griffith London olan Amerikalı yazar Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da dünyaya gelir. Astrolog olduğu düşünülen öz babası tarafından terk edilmiş, daha sonra soyadını aldığı üvey babası John London tarafından yetiştirilmiştir. On dört yaşında okulu bırakıp yeni maceralara atılan London, San Francisco Körfezi’ndeki istiridye korsanlarıyla birlikte balıkçı teknelerinde çalışmaya başlar.
40 yıllık kısa yaşantısı boyunca beş kıta gezip, iki kez Pasifik, iki kez de Atlantik’i geçen yazar, macera ve keşif tutkusunu eserlerine de yansıtmıştır.
Yarım bıraktığı orta öğrenimini tamamlayıp California Üniversitesi’ne giren yazar, çok geçmeden buradaki eğitimini de yarıda bırakmıştır.
Vahşetin Çağrısı, Martin Eden, Demir Ökçe, Beyaz Diş, Deniz Kurdu gibi başyapıtlara imza atan Jack London, 22 Kasım 1916’da hayata gözlerini yummuştur.
Dünya KlasikleriRomanSesli Kitap