Saatleri Ayarlama Enstitüsü Alıntıları

İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sırasında yaşanan toplumsal değişimi en güzel anlatan romanlardan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türk edebiyatına kazandırdığı en önemli eserlerden. Tüm romanlarını bir toplum bilimci gibi kaleme alan Tanpınar bu ölümsüz eserinde karakterlerin hem karanlık hem de mizahi yönlerini ustalıkla aktarmış. Ölümsüz eserlerinde medeniyeti sorunsallaştıran, insan psikolojisini betimleyen, aşktan ve hüzünden söz açan yazarın her bir cümlesinin altı çizilmeye değer. 

Tanpınar’ın en bilinen eseri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün en dikkat çeken alıntılarnıı bir araya getirdik. İşte Storytel’de sesli olarak dinleyebileceğin Saatleri Ayarlama Enstitüsü yapıtından birtakım alıntılar. 

Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız. Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikâyet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?

Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzerine yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti…

Hayır azizim, öyle bir şey olamaz. Bir insan bütün hakikatleri bilmez, bilemez…

Zanaatkârın yerini tüccarın alması acınacak şeydir hakikaten!

Kalp işlemiyor artık. Beyinde arıza var…

Bütün hayatım boyunca dikkat ettim. İnsanın daima en çok korktuğu şeyler başına geliyor.

Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder!

Herkes hayatının bir devrinde şu veya bu şekilde talihinin şuuruna erer.

İnce, tatlı, sisler içinde yumuk yumuk bir sabahtı bu. Açık bir pencereden giren rüzgar ve  motor sesleri henüz yanmakta olan lambalara hücum ediyordu. İçimde dünyanın en mesut hafifliği vardı.

İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiç kimse alamaz.

Hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz.

En iyisi düşünmekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.

Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar.

Ah kelimeler, isimler ve onlara inanmanın saadeti…

Bakın etrafa, hep maziden şikayet ediyoruz, hepimiz onunla meşgulüz.

Newton başına düşen elmayı, elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi belki çürümüş diye atabilirdi. Fakat o böyle yapmadı. Şu elmadan nasıl istifade edebilirim? diye kendine sordu. Azami istifadem ne olabilir? dedi. Siz de öyle yapın!

Hayır, benim çocukluğumun hürriyeti, hiç de bu cinsten bir hürriyet değildir. Evvelâ, burası zannımca en mühimdir, onu bana hiç kimse vermedi. Bu sızdırılmış altın külçesini birdenbire kendi içimde buldum. Tıpkı ağaçta kuş sesi, suda aydınlık gibi. Ve bir defa için buldum. Bulduğum günden beri de küçücük hayatım, fakir evimiz, etrafımızdaki insanlar, her şey değişti. Vakıa sonraları ben de onu kaybettim. Fakat ne olursa olsun bana temin ettiği şeyler hayatımın en büyük hazinesi oldular. Ne dünkü sefaletim, ne bugünkü refahım, hiçbir şey onun mucizesiyle doldurduğu seneleri benden bir daha alamadılar. O bana hiçbir şeye sahip olmadan, hiçbir şeye aldırmadan yaşamayı öğretti.

İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.

Hayat yürüyor, Hayri Bey… Siz kelimelerle zehirlenin durun, hayat her gün yeni bir şey keşfediyor.

Kendi hâlinde, hiç kimsenin işine karışmadan, kervanını kaybetmiş bir mekkâre gibi başıboş, dalgın dalgın bir yürüyüşü vardı.

Hayatta “hep”i elde etmek için “hiç”in kısır çölünde yaşamayı tercih etmişti.

Kâinat lahana gibi, yaprak yaprak, kat kat.

Saatler de böyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasî akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler.

Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır!

Lüzumsuz hiçbir şeyin peşinden koşmadım. Hiçbir ihtirasın peşinde beyhude yere emek sarfetmedim. Hiçbir zaman sınıfımızın birincisi veya ikincisi, hatta yirmincisi olmak istemedim.

Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en önemli münasebetinizi tayin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka ne işe yarar. İstediğin kadar uzatabileceğin eksiklikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilakis yolunda alıkoyar seni. kötümser olursun apışır kalırsın…

On dakika, hatta beş dakika, üç dakika üzerinde düşünmek her işi gülünç yapabilir. Herhangi bir şeyi mantığın dışına çıkarmamız için ona biraz dikkat etmemiz kâfidir.

Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki önünde sonunda ödetmesidir. Hiçbir şey olmasa, birinin hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz…

Her iş, iş değildir. İş evvela bir zihniyet ve zaman telâkkisidir.

Nuri Efendi sık sık, “Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır!” derdi.

Halit Ayarcı’yı pek şaşırtan sözlerinden biri de şu olmuştu:

-Düşün Hayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu demektir ki, iyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başında bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz… Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur; ve mevcut saatlerin çoğu da işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır. Çıldırtıcı bir kayıp… çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimiz olan zamanımızdan kayıp… Şimdi anladın mı Nuri Efendi’nin büyüklüğünü, dehasını?… İşte biz onun sayesinde bu kaybın önüne geçeceğiz. İşte enstitümüzün asıl faydalı tarafı…

Ben etrafımı sevmezsem rahat edemiyorum. Her şey içimde alt üst oluyor sanki…

Öyle ki, onunla bir kaç saat konuştuktan, şikayetlerini, tahlillerini, gelecek için düşündüklerini dinledikten sonra, insanların yalnız hakkıyla yapabilecekleri işle meşgul oldukları bir dünyada yaşamanın nasıl bir saadet olabileceğini düşünmemek, böyle bir dünyayı özlememek imkansızdı.

İnsan her şeyi açıkça söylemedikten sonra neden yazı yazsın?

Dışarıda deniz var, gece var. Garip, sessizliği insanın içine yerleşen, bir rüya balığı gibi insanın içinde kımıldanan masmavi gece.

Orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felâketler gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu.

Darılmayınız ama sizin insan ve hayat tecrübeniz hiç yok. Siz harbe girmeden mağlup olmuş bir orduya benziyorsunuz. Teknenin üstüne çıkacağınız yerde altında kalmışsınız.

İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsanız, kendilerini dinlerseniz, insanoğlunun esas vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle, hayata hükmeder. Fakat kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz.

Bu yükün altında, bütün bu uzak akraba, Abdüsselâm Beye, ara yerdeki esas cümleler silinmiş, bu yüzden mânası bir türlü çıkmayan bir metin gibi geliyor, onu şaşırtıyor, bununla beraber büsbütün yalnız kalmak korkusu ile bu beyhude kalabalığa yine dört elle sarılıyordu.

(…) onun varlığını kabul ettiğimiz andan itibaren her türlü hatanın üstündeyiz.

Eğer yaşamak kelimesinin mânası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse, her an küçülmek ve bunu nefsinde her lâhza duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de, benimkiler de en derin şekilde yaşıyorduk.

Ben kavgadan bıktım artık. Bütün çocukluğum kavga, dırıltı içinde geçti. Bilmezsin neler çektim! Bağıran insan sesi beni öyle korkutuyor ki… Hele hiddetin değiştirdiği insan yüzü! Öyle kendinden çıkıyor, öyle katılaşıyor ki insan… Dünyada bundan daha kötü, iğrenç bir şey olamaz.

Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer… Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.

Ahmet Hamdi Tanpınar Eserleri Storytel’de

Saatleri Ayarlama  Enstitüsü’nden Huzur’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın pek çok eseri Storytel’de. İnsana kendi benliği üzerine düşünme olanağı sağlayan Tanpınar’ın eşsiz eserlerini sesli olarak keşfedebilirsin. 

E-kitapRomanTürk Klasikleri

İlgini Çekebilir

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Alıntıları

10/10/2023

İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sırasında yaşanan toplumsal değişimi en güzel anlatan romanlardan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türk edebiyatına kazandırdığı en önemli eserlerden. Tüm romanlarını bir toplum bilimci gibi kaleme alan Tanpınar bu ölümsüz eserinde […]

Çantamdan Fil Çıktı Storytel’de

10/10/2023

Elbette Satürn ‘de bir hastanede tedavi olmayı tercih edebilirdi. Çantasından bir gezegen çıkabilirdi. O gezegene giderken çantasından uzay korsanları çıkabilirdi. Ya da okyanusun derinliklerinde tam teşekküllü bir Denizaltı Hastanesine gidebilirdi. Mert Arık’ın özgün bir üslupla […]

2020’de En Çok Dinlenen Storytel Kitapları

20/01/2021

Storytel kütüphanesine eklenen binlerce sesli kitap ve e-kitap arasından 2020’de en çok dinlenen Storytel kitapları hangileri merak ediyor musun? Listede belki başucu kitaplarınla karşılaşacaksın, belki de henüz adını duymadıklarınla ya da duyup da okuma, dinleme […]

Türkiye’ye Polisiyeyi Sevdiren Ahmet Ümit Dinleyebileceğin 21 Kitabıyla Storytel’de

30/01/2021

Türkiye’de polisiye denince akla önce Ahmet Ümit gelir; tıpkı dünya edebiyatında polisiye denince akla ilk gelen ismin Agatha Christie olması gibi. Geniş bir okur kitlesine sahip Ümit’in kitaplarının bu kadar ilgi görmesinin en büyük sebebi […]

Bu Kış İçini Isıtacak Aşk Kitapları

31/01/2021

Kış mevsimi gelmişken battaniyelerin içine gömülüp sıcacık bir çay, kahve ya da çikolata ile kitabını alıp keyif yapmaya ne dersin? Peki aşk kitapları sever misin? Soğuk günler başlayınca çoğu zaman sevdiklerimizden, sosyal hayatımızdan uzaklaşıp evimizde kalmayı […]

Yorumlar

Yorum Yazın

Storytel'i Şimdi Dene