Tutunamayanlar, Atay’ın en çok bilinen romanı. Romanın ekseni, Yıldız Ecevit’in ‘bireyle toplum çatışmasının doruğu’ olarak tanımladığı ‘tutunamama’ ahvalidir. Yapıttaki başlıca karakter Selim de tutunamamış, ötelenmiş ve yalnızlaşmış bir profildir. Bir türlü sosyal evrenin ve dışarıda akan hayatın bir parçası olamamıştır. Romanda ‘tutunamayan’ kişi, ‘diconnectus erectus’ kavramıyla tarif edilir. Tutunamayan; başarısız, öngörüsüz, kabiliyetsiz, ürkek ve zayıf gibi tanımlarla nitelenir. Ayrıca her bir tutunamayan, içine doğduğu ve büyüdüğü kitleyi rahatsız eder durur.
Kitapta, Selim’in kıyıda köşede kalmış yaşantısı, tıpkı Bulantı’nın Antoine Roquentin’i gibi, bir güncenin açığa çıkmasıyla öğrenilir. Tek farkla: Selim’in defterleri, kendisiyle yakınlaşan Turgut tarafından fark edilir. Turgut, Selim’e benzeyen ve onun düş(ünce) dünyasına çekilen biridir.
Modern, varoluşçu ve bireyci eğilimleri kapsayan roman, yeni Türk edebiyatında bir dönüm noktası kabul edilir. İşte Tutunamayanlar kitabına ait etkileyici ve düşündürücü alıntılar.
Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.
Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir ‘kitapları koruma derneği’ kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli.
Oyunlarından yorulmuş görünüyordu. Bütün oyunları ciddiye almaktan yorulmuştu.
Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.
En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir.
Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim, azaldığımla kaldım.
Bütün günüm tedirgin bir beklemeyle geçiyor: gelecek mi, gelmeyecek mi? Ne gelecek? Bilmiyorum. Adını koyamadığım bir şeyden korkuyorum. Soyut bir korku içimi dolduruyor. Bu korkuyla uyanıyorum ve bekliyorum. Belki korkularım sayılamayacak kadar çok.
Demek ki yolda durmak mümkün olmuyordu; böyle bir hürriyet yoktu. Sadece sürüklenme, kalabalığın arasına kapılma hürriyeti vardı.
Güzel bir rüyadan uyanmanın tatlı şaşkınlığını yaşayacaklar bir süre. Sonra unutacaklar. Unuttukları için de unutulacaklardır. Kendi güzelliklerini de -eğer bir güzellikleri varsa unutacaklardır. Yalnız sizin içinizde yaşayacaklardır, bunu bilmedikleri için de yaşadıklarını da bilmeyeceklerdir. Alışkanlıktan başka bir şey bilmedikleri için, sizin de yokluğunuza alışacaklardır.
İnsan yalnız kaldığı zaman öyle şeyler düşünüyordu ki aşk bunların yanında küçük bir yer tutuyordu. Sevdaya zaman yoktu.
Vazgeçiyorum; bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum: beni yanlışlıkla çıkardılar sahneye.
Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.
Yanıma oturur, titrek bir sesle: “Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey” derdi. “Sanki hepsi benim için yazılmış. Bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. Gülünç oluyorum.”
“Önce Kelime vardı,” diye başlıyor Yuhanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık… Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.
Dünyada bir tane kahraman bulunmalı. Tek başına yaşayanlara cesaret vermek için.
Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.
İnsan, hareketlerine engel olabilirdi; fakat düşüncelerini nasıl durdurabilirdi? İnsan tabiatına bu kadar aykırı bir şey olamazdı. Düşünce suçundan söz etmek, anayasaya aykırıydı.
Ben, seni görür görmez anlamıştım: bütün kaygısız görünüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. Bunu beğendim işte.
Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?
Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım…
İyi okuyucu az bulunan, ürkek bir kuş gibidir. Kapıdan girer girmez kaçırmamalı onları.
Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İnsaf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik.
Çok beklemiştim. Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıyım. Oyalanacak durumum yoktu. Ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgalarımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim.
Canımlarım benim. Seviyorum sizleri insan kardeşlerim. Durup dururken seviyorum işte. Sevip duruyorum.
Bana evlenmenin nasıl kötü bir burjuva alışkanlığı olduğunu anlattı Burhan. Doğrusu çok güzel ifade etti durumu. Bir hafta sonra da evlendi: bana da haber bile vermedi.
Beni bulamayacaklar. Ne kadar uğraşsalar da çözemeyecekler sırrımı. Sonunda pişman olacaklar insan müzesinde bir manken eksik kalacak. Bir biçim veremeyecekler bana.
Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki: Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme! Sizin haklı olup olmamanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte.
Her gün yeni baştan yaşamak mümkün olacak mı dersin? Bir gün öncesine korkarak bir bezirganlıkla sarılmadan yaşayabilecek miyiz? Yoksa, yarından korktuğumuz için, düne köle gibi bağlanacak mıyız?
Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. (…) Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, hiçbir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum.
İnsanın aklına birtakım kelimeler gelmesi başka… düşünmek başka. Sayıları notasyonları bilmekle matematikçi geçinebilir misin?
Masanın yanındaki aynaya takıldı gözü. Orada zavallılığını gördü, ‘büyük ve güzel’ şeylerin yokluğunu gördü yüzünde.
Bütün alçakgönüllülüğüm, bütün iyiliğim, daha doğrusu iyi olduğum anlar, başarısızlığımdan ileri geliyor. Kendi kendime –eğer kendimi kaybetmemişsem- hiç olmazsa iyi olayım, tutulacak bir yanım olsun diyorum. Başarısızlık korkusu, kötülükleri denemeye engel oluyor. Çıkmazlar içindeyim Esat Ağabey!
Hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu, hiç bilmediği bir içkinin susuzluğu gibiydi.
Ben yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmana da ihtiyacı vardır…
Tutunamayanlar Storytel’de
Türk edebiyatında o güne değin görülmemiş bir yeteneğin, cümle mühendisi Oğuz Atay’ın unutulmaz romanı Tutunamayanlar, Şerif Erol’un seslendirmesiyle Storytel’de. Ayrıca Storytel’de yazara ait Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Eylembilim, Bir Bilim Adamının Romanı, Günlük ve Oyunlarla Yaşayanlar isimli eserlerle de tanışabilirsin. Storytel’in sesli kitap ve en güzel yapıtlardan oluşan uçsuz bucaksız evreninde dolaşmaya hemen başlayabilirsin.
Okunması Gereken KitaplarRomanSesli KitapTürk Klasikleri