XX. yüzyılın en yenilikçi yazarlarından biri olarak kabul edilen Virginia Woolf, bilinç akışı tekniğini kullanması ve ele aldığı konuları cesurca ifade edebilmesiyle farklı bir yazar. Eserlerinde aşklar, başarılar, ölümler, mutluluklar, kadının toplumsal konumu ve gerçek hayattan kesitler ele alan yazar hala yoğun bir ilgiyle okunuyor.
Virginia Woolf’un birbirinden güzel, sarsıcı ve aydınlatıcı sözlerini senin için derledik.
İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit ne bir sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı var.
Birini sevmek insanı yalnız kılıyor.
Ölenler unutulur denir; aslında hayatın büyük kısmının, hangimiz için olursa olsun pek az önemi olduğu söylenmelidir. Ancak ara sıra, sayamayacağım kadar çok vesileyle, gece yatakta ya da sokakta ya da odaya girerken annem karşımda; güzel, etkileyici, alıştığım konuşması ve gülüşüyle; yaşayan herkesten daha yakın, bizim gelip geçici hayatlarımızı meşale gibi aydınlatıyor, çok soylu ve çocukları için bir mutluluk.
Varolma Anları
O, yalnızlığı seviyordu; kendisi olmayı seviyordu; o böyle bir şey için yaratılmamıştı.
Korku yüzünden bir şeyler dışarıda bırakıldı. Kibir yüzünden bir şeyler değişti. Farklılıkları vurgulamaya çalıştık. Ayrı olma arzumuz yüzünden yanlışlarımızı ve bize özgü olan şeyleri büyüttük.
Ve sanıyorum bazılarınız üniversiteye cahil kalmak için gönderildiniz.
Burada ve şimdi başka bir hayat olmalı, diye tekrarladı. Bu çok kısa, çok kırık. Kendimiz hakkında bile hiçbir şey bilmiyoruz.
Yıllar
İnsan ilişkilerinin hepsi böyle diye düşündü, en kötüsü de kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiydi. Bunlar kaçınılmaz olarak son derece samimiyetsiz ilişkiler diye düşündü.
Onda kitap sevgisi çok erken başlamıştı. Çocukluğunda bazen geceyarısı bir sayfanın başına geçmiş okurken yakalanırdı. Meşalesini elinden aldılar ve ateşböceği besleyip onları kullandı. Ateşböceklerini elinden aldılar ve bir çırayla az kalsın evi yakacaktı… Edebiyat aşkına tutulmuş bir beyzadeydi o.
Hayat, hayat olmayan bir şeyle çatışır. Sonra bu kısmen hayat olduğu için onun hayatın kendisi olduğuna karar veririz.
Değil mi ki lanetlenmiş bir soyuz ve batan bir gemiye zincirlenmişiz demek bütün olanlar kötü bir şaka; öyleyse biz de hiç değilse kendi payımıza düşeni yapalım, öbür tutsakların acısını hafifletelim hücremizi çiçeklerle, minderlerle döşeyelim, elimizden geldiğince dürüst olalım.
Ne olduğumuzu ne hissettiğimizi kim bilebilir? Birbirimize en yakın olduğumuz anlarda bile, kim bu bilgidir diyebilir? Dile getirildiğinde her şey bozulmuyor mu?
Herhangi bir sınıfı ya da cinsiyeti tamamen suçlamak saçmaydı. İnsan yığınları hiçbir zaman yaptıklarından sorumlu değildir. Kendi kontrolleri dışındaki içgüdülerle yönlendirilirler. O saygın kişiler de, profesörler de bitmek bilmeyen zorluklar ve engellerle savaşmışlardı. Onların eğitimi de bazı yönlerden benimki kadar eksikti.
Sen gelip beni çiçeklerin, resimlerin arasında görüyorsun, beni gizemli, duygu dolu falan filan sanıyorsun. Sen kendin de çok deneyimsiz, çok tutkulu olduğun için, eve gidip benim üzerime bir öykü uyduruyorsun, şimdi de hayalini kurduğun kişiden beni ayıramıyorsun. Galiba buna da aşık olmak diyorsun; gerçekten bu, sanrılar içinde olmak. Bütün duygusallar birbirine benziyor.
Gece ve Gündüz
Gök kubbe ilahi derecede merhametliydi, sonsuz inayet sahibiydi. Onu esirgiyor, zayıflığını bağışlıyordu.
Meziyetler genellikle onları aradığımız odanın duvarının öte yanındadırlar.
Kaç milyon kez kendi yüzünü görmüştü ve her seferinde aynı sezilmez büzülmeyle! Dudaklarını büzdü aynaya bakarken. Yüzüne keskinlik vermek içindi bu. Bu onun kendisiydi – keskin uçlu, ok gibi; muayyen. Bu onun bir çabayla, kendisi olması için ona yönelik bir çağrıyla parçaları bir araya geldiğindeki benliğiydi, sadece o biliyordu.
Ancak Tanrı ile kul arasındaki ilişki bütün ilişkilerin en gizemlisidir.
Göğün mavi boşluğunda yanıyordu binlerce yıldız. İnsan bu esrarengiz toplumda yalnız görünebilirdi. Tüm insanlık uykuya dalmıştı; yüzükoyun, yatay ve suskun.
Dünyanın büyük şairleri bir yanda gül koklamışlarsa bir yanda da tezek koklamışlardır.
Flush
İnsan bir kez pencereden dışarı çiçeklerin arasındaki arılara, esneyen bir köpeğe, batan güneşe bakmaya görsün bir kez. Daha kaç gün batımı göreceğim? vesaire diye düşünmeye görsün. Kalemi elinden düşürüverir pelerinini alır odadan dışarı fırlar ve bu arada ayağı boyalı bir sandığa takılıverir.
Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda anlatılmaz derecede yaşlı.
XVI. yüzyılda büyük bir yeteneğe doğuştan sahip olan bir kadın mutlaka ya delirirdi, ya kendini vururdu ya da köyün dışındaki bir kulübede hayatının sonuna dek tek başına yaşar, yarı cadı ve yarı büyücü olarak görülür, kendisinden hem korkulur hem de onunla alay edilirdi.
Eksiğinin ne olduğunu biliyordu. Güzellik değildi; akıl değildi. İçine işleyen temel bir şeydi; yüzeyleri parçalayan ve erkek ile kadının ya da kadın ile kadının soğuk temasını dalgalandıran bir şey.
Ağaçlar kaybolmuştu, yeryüzü bir gölgeler viranesiydi. Kışa yaraşan manzaranın sessizliğini hiçbir ses bozmuyordu. Hiçbir horoz ötmüyordu; hiç duman yükselmiyordu; tek bir tren hareket etmiyordu. Benliği olmayan bir adam, dedim. Bahçe kapısına yaslanmış ağır bir beden. Ölü bir adam. (…) Şimdi benliksiz, ağırlığım ve görme yetim olmaksızın, dedim, ağırlıksız ve yanılsamasız bir dünyada nasıl ilerleyebilirim?
…hayat böyle acıklı; dipsiz cehennem uçurumunun üstünde asılı incecik kaldırım şeridine neden bu kadar benziyor? Aşağı bakıyorum; başım dönüyor; nasıl becerip de sonuna kadar yürüyeceğimi kestiremiyorum.
Bir Yazarın Günlüğü
Gün ağarıyormuş duygusu var. Buna şafak söküyor demeyeceğim. Şehirde, sokakta durmuş, oldukça sersemlemiş olarak göğe bakan orta yaşlı bir adam için şafak nedir? Şafak göğün bir nevi ağarması, bir nevi yenilenmesidir.
Fikir olarak basit görünen her şey, iş uygulamaya gelince çok karmaşıklaşıyordu; tıpkı dalgaların kayaların tepesinden bakınca simetrik, denizde yüzen birine ise araları derin, dimdik, köpüklü tepeler olarak görünmesi gibi. Yine de bu risk alınmalı, ilk dokunuş yapılmalıydı.
‘Hiç kimse yalnız kendisi için yaşamaz’ dedi Sir William.
Her şey şiddetten ibaretti. Çiçekler açıyor ve soluyordu. Güneş doğuyor ve batıyordu. Aşık seviyor ve gidiyordu… Kızlar, tıpkı güller gibiydi ve onların mevsimleri de çiçeklerinki kadar kısaydı.
Nasıl bir keşmekeş -nasıl bir karışıklık; burada bir doğum, şurada bir ölümle; özlülük ve tatlılık; çaba ve elem; ve durmadan bir oraya bir buraya koşan ben. Artık bitti. Artık doyasıya yemek için iştahım yok (…) artık ne keskin dişler ve kenetlenmiş eller ne de meyve bahçesinin duvarına vuran güneşi ve armutla üzümü duyumsama arzusu var.
Onun bütün söyledikleri doğru olurdu. Doğru söylememeyi asla beceremezdi; bir gerçeği asla çarpıtmazdı; herhangi bir ölümlüyü memnun etmek ve kırmamak için asla sözünü sakınmazdı, hele kendi belinden üremiş ve hayatın zor olduğunun, gerçeklerin çarpıtılamayacağının ve o masalsı âleme doğru yol alırken en parlak umutlarımızın söndüğü, dayanıksız teknelerimizin karanlıklara gömüldüğü yolculuk sırasında insanın en çok cesarete, dürüstlüğe ve dayanma gücüne sahip olması gerektiğinin daha çocukken bile farkında olmaları gereken kendi çocukları için bunu hiç yapmazdı.
İster kınayın ister övün, içimizdeki vahşi atı inkâr edemeyiz. Taşkın bir halde dörtnala koşmak, yorgun düşüp kumlara uzanmak, dünyanın döndüğünü duyumsamak, insanlık sona ermişcesine taşlar ve otlarla mutlak bir biçimde arkadaşlık etme isteği duymak, bütün erkek ve kadınları boşvermek; bu arzunun bizi sık sık ele geçirdiği gerçeğini yok sayamayız.
Jacob’un Odası
Fırtına bataklığı aşıp umursamadan yattığım hendeğin üstünden esip geçtiğinde hiçbir sözcüğe ihtiyacım olmaz. Derli toplu hiçbir şeye. Ayakları sağlamca yere basan hiçbir şeye. Bağrımızda çılgın müzik yaparak, yanlış cümlelerle sinirden sinire çarpıp uyumla tınlayan o yankı ve harika tınıların hiçbiri yok. Cümlelerle işim bitti.
Ah, ama edebiyatı da satın alamazlar ya. Edebiyat herkese açıktır. Din Adamı bile olsanız beni çimenlerden uzaklaştırmanıza izin vermeyeceğim. Kütüphanelerinizi dilediğiniz şekilde yüzüme kilitleyin; zihnimin özgürlüğünü hiçbir kapıyla, hiçbir kilitle, hiçbir sürgüyle engelleyemezsiniz.
Çünkü filozoflar haklıydı; mutluluğu hüzünden ayıran şey, bir bıçak sırtından daha kalın değildi.
Virginia Woolf Kitapları Storytel’de
Modernist bir üsluba sahip Woolf’un pek çok kitabı okuru, insan ve kadın psikolojisinin esrarengiz yanlarıyla tanıştırır. Yazar, akla kolayca kazınan ve okurda her birinin altını çizme isteği uyandırdığı cümleleriyle bilinir. Virginia Woolf’un en bilinen ve beğenilen eserlerini Storytel’de sesli kitap olarak dinleyebilirsin.
Dünya KlasikleriKitap ÖnerileriSesli Kitap